Turuncu'nun Sayfası

"Su gibi akmak istiyorum!"

Şebnem Ferah'ın yeni albümü "Artık Kısa Cümleler Kuruyorum..." üç yıl aradan sonra artık piyasada... İlk albümüyle sert bir çıkış yapan Ferah, bu albümde durulmuş ve iç huzurunu, sevgilerini, hayata ilişkin bilgilerini dinleyicileriyle paylaşmaya hazırlanıyor...

"Sizi bilmem ama ben karar verdim. Su gibi duru olup hep akmaya/ Başka sular tanıyıp çoğalmaya, dalgalanmaya, taşmaya/ Son günlerde çok düşünür oldum, zor zamanları çabuk atlatır oldum/ Yalnız mıyım insanlar içinde arkadaşlarım aşklarım içimde/ Yara aldım bundan iki yil önce/ Hiç susmadım, şarkı söyledim günlerce/ Artık Kısa Cümleler Kuruyorum..." Şebnem Ferah son albümünün manifesto şarkısı sayılabilecek olan "Artık Kısa Cümleler Kuruyorum"da işte böyle diyor. Sadeleşmek, paylaşımları arttırarak daha zengin; yorucu teferruatları azaltarak daha kolay bir iletişim kurmak Şebnem Ferah'ın üç yıldır beklediğimiz albümünün düşturu... Gerçekten de pop karmasasından uzaklaştırıp zarifçe irkiltiyor sizi... Dinlerken çaba göstermenizi, katılmanızı ve anlamanızı bekleyen bir tavrı var müziğinin... Ferah'ın farklı bir kulvarda yürüdüğünün, ardında özgün bir çizgi oluşturmak istediğinin de göstergesi bu albüm.

Şebnem Ferah'ın cümlelerini kurmasında müzik direktörü olarak İskender Paydas'ın da payı var. Düzenlemeler İskender Paydas, Demir Demirkan, Tarkan Gözübüyük imzasını taşıyor. Albümde Kurban grubundan Deniz Yılmaz'ın bestesi "Yorgun" dışında, diğerleri Şebnem Ferah imzasını taşıyor... Sizi bilmem, ama Şebnem'i dinleyerek güne başlamaktan zevk alır oldum...

- Sözlerini anlamadılar da mı, kısa cümleler kurmaya karar verdin?

Aslında çok doğru. Ama anlamadıkları için değil, daha kolay anlatabilmek ve iletişim kurmak için... İletişim kurmak ve doğru anlatmak, doğru anlaşılmak çok önemli. Korku, yargılama gibi duygulardan arınmış kimselerle iletişim kurduğum zaman çok daha mutlu ve huzurlu hissediyorum kendimi. Cümleleri süslemeye, içini gereksiz şeylerle doldurmaya gerek kalmıyor. Birini seviyorsam, seni seviyorum diye haykırabilmek istiyorum. Daha fazla anlatmak zorunda kalmaktan hoşlanmıyorum. Neticede farkettim ki, beni kolayca anlayacak, söylediklerimi algılayabilecek ve benim de kolayca anlayabileceğim türden bir çevre oluşturmaya gayret etmişim. Çünkü bu şekilde daha huzurluyum. Ayrıca, müzik denilen şeyin en büyük parçalarından biri de iletişim. Albümü yaparken insanlar benimle ilgili maksimum fikir elde edebilsinler, hayatla ilgili fikirlerim nedir bilinsin istedim... Bu albüm, beni çok iyi anlatıyor.

- Sadeleşmek isteğini anlıyorum ama buna pek izin vermeyen ilişkilerle çevriliyiz. İlişkileri daraltarak mı yaşamayı tercih ediyorsun?

Daraltmak değil de, her şeyden alabildiğim kadar keyif almaya çalışıyorum. Sabahları yarım saat kahve içip, ayağımı uzatıp, boş boş bir şeylere bakmak ya da düşünmek için zaman ayırıyorum. Aklıma gelen her şeyi yazıyorum, çiziyorum. Evdeyken huzurlu, faal ve üretken oluyorum. Bütün bunlar beni besliyor. Kelalaka bir filmin bir cümlesinden etkilenebiliyorum; üstüne düşünebiliyorum... Yalnızlığı herkesin içinde değil, kendim istediğim zaman ve verimli bir şekilde yaşamayı tercih ediyorum. Bu da hayatımın en huzurlu dönemini yaşadığımı düşünmeme neden oluyor. Hem iletişime, hem de her şeyi çözümlemeye ihtiyacım var. Çok gelişmiş bir ülkede yaşasak, kendi iç dünyamın sorunlarını dahil olmak üzere çok daha kolay çözümlemek mümkündü. Oysa ülkemizde her şey çok değişken. Bu nedenle insanın içinden çıkarmaması gereken tek şey güven duygusu. Çünkü bir tek o insanı terketmiyor. Ne olursa olsun, güven duygumu korudum. Bu da bir huzur getirdi hayatıma. Bu güven dış görünüşüme de, eve koyduğum mobilyaya da yansıdı. Bu arınmışlık hissi çok hoşuma gidiyor.

-İlk albümünün üstünden uzun zaman geçti ama hala etkili. Bunu neye bağlıyorsun?

Gerçekten dinlenebilir albümler yapmaya gayret ettim. Hatta, 10 şarkı gibi değil, upuzun bir şarkıymış gibi algılanabilen bir albüm yapmaya gayret ettim. Sanırım bakış açım dinleyiciyi etkiliyor. Bana "baştan sona dinleyebildiğimiz, zevk aldığımız, 10 yıl sonra da dinleyebileceğimiz bir albüm yapmışsın" diyorlar. Umarım samimidirler...

- Sadece müzik değil, dinleyici de saflığınıi yitirebiliyor.

Müzik aslında o kadar güzel ve saf bir şey ki, üç dakika içinde ya tüylerinizi diken diken ediyor, ya da etmiyor. Yani onu süslemeye çalışmak, gereğinden fazla zorlamak yersiz... Bir müzik etkilerse etkiler, etkilemezse de etkilemez... Bunun için de, müzik yaparken çok samimi ve saf olmak gerektiğini iddia ediyorum. Dünyada çok büyük ekiplerle, adeta bir bina yapar gibi uzun vadeli, büyük projeler yapılıyor ve başarılı olabiliyor. Ama Türkiye için bunun uygun oldugunu düşünmüyorum... Türkiye'de tek şansın samimi olmak.

- Belki de bu nedenle hâlâ halk müziği daha kolay dinleyici buluyor...

Eline bağlamasını alıp, türkü söyleyen bir insan beni etkileyebiliyor. Çünkü bunu çok samimi buluyorum... Bu tür bir samimiyetin de hiçbir zaman sona ereceğini düşünmüyorum. Ama "Böyle mi yaparsam doğru olur? Böyle poz verirsem daha iyi olur... Şöyle mi yapayım?" gibi kaygılarla yaklaşılarak yapılan, samimiyetsiz, şişirme birtakım işlerin hiçbir zaman uzun ömürlü olmayacağını düşünüyorum.

- Göğüs ve bacak dekoltesi de bu prodüksiyonlarin bir parçası. Medyayla sıkı ilişkiler sürdürüyorlar...

Medyanın kimseye saygısı kalmadı. Medyada çalışanlar çok akıllılar. O kadar hak veriyorum ki onlara... "Bir dakika ya, biz buna böyle diyoruz, ama acaba?" dedirtecek birileri o kadar uzun zamandır çıkmıyor ki...

- Bacak ve göğüs dekoltesiyle yükselip, ardından da çekmeyin diye hezeyanlara kapılan insanlar görüyoruz.

Çok fena bir dönem geçiriyoruz galiba. Her şeyin dibe vurduğu, son raddesine kadar geldigi bir dönem yaşıyoruz. Bunların, yani bacaktır, göğüstür gibi ayrıntıların uzun vadede insanların hayatında yer kaplayacağına inanmıyorum. Bunlar dergilerde, gazetelerde yer kaplayabilirler. Ama benim bahsettigim şey, insanların hayatlarına girmek. Bu da uzun vadeli, sabır isteyen ve sevgiyi gerektiren bir şey... Neticede herkesin yolu açık olsun, ama müzik dediğimiz şeyin, yani insanın kalbini üç dakika daha fazla attıracak olan şeyin, vücut görüntüsü, mayo gibi şeylerle alakası olmadığını düsünüyorum.

- Gençlerde kirlenmeye karşı bir tepki görüyorum. Hayatı farklı yaşamaya çalışıyorlar... Sen hem kendi yaşadığın deneyimlere, hem de gözlemlerine dayanarak, ne düşünüyorsun bu konuda?

Aslında bu da içinde yaşadığımız ve geçici olduğunu umduğum bir dönemden kaynaklanıyor. Bunu da çok doğru bulmuyorum. Gençler, özellikle ortaokul ve lise gençleri tüm bu olan bitenlerden kendilerini çekip, kendi içlerine dönüyorlar. Bireyselliklerini ortaya koymaya çalışmaları, değişik giyim tarzlarını benimsiyor olmalarının, her konuda olduğu gibi, bu konuda da çok hızlı karar veriyor oluşlarından kaynaklandığını düşünüyorum. 10 yıl önce dış kaynaklı müziği, sadece yılbaşı gecelerinde saat dörtten sonra izleyebilirdim. Ben onların yaşındayken sokaktaki herkes pantalon ceket giyiyordu. Simdi öyle değil. Ancak, birtakım şeylerin oturması ve geçerlilik kazanabilmesi için gereken altyapı eksik. Hiçbir donanım yokken, altta her şey yolundaymış gibi, üstüne de böyle şeyler ekleniyor. Kirlilikten uzak kalmak istemelerini, tavır koymak istemelerini çok haklı buluyorum. Onların yaşındayken ben de istemiyordum. İnsan para kazanmaya, yalnız yaşamaya, kendi ayaklarının üzerinde durmaya başlayınca, anlıyor ki, sistemi değiştirmek için, sistemde kalması gerekiyor. Pırıl pırıl olduklarını düşündüğüm yeni jenerasyonun, bir an önce bunu keşfetmelerini umuyorum. Bunu da başaracaklardır, çünkü çok geniş bir vizyonlari var.

- Müziğe yaşamsal bir kaynak gibi sarılıyorlar... Senin müziğini de dinliyor ve seviyorlar...

Benim esas onlarla iletişimim var. Çünkü onlar bu karışıklık içerisinde müzik seçimlerinde de aynı samimiyeti içeren tercihler yapıyorlar. Geniş bir bakış açıları ve kavrama yetenekleri oldugu için, samimiyetsiz yapılan her şeyi anında anladıklarını düşünüyorum. Alternatif bir şey çıktığı zaman bunu benimsiyorlar. Kendimi onlara yakın hissediyorum. Çünkü ben de onların dönemindeyken, neler oluyor, olanların içinde benim yerim neresi gibi sorulari soruyordum. Onlar da soruyorlar ve kendi cevaplarını veriyorlar. Kimlikler zaman içerisinde oturacağı için ciddi tahminlerde bulunmak istemiyorum. Onları arkadaş gibi hissediyorum. Ve bana çok normal geliyor aramızda böyle bir ilişki olması...

- Gençlerin giyim kuşamları, rahat tavırları kimilerinin aklına uyuşturucuyu getiriyor. Sen ne düsünüyorsun?

Ben konserlerimde, imza günlerimde böyle bir elektrik aldığım kitleyle karşılaşmadım ve bu aklımdan geçmedi bile... Birçok pantalonlu ceketli insanın bu konuda çok daha fazla yol almış olduğunu düşünüyorum. Uyuşturucu herkesin kendi özgür hayatında zaman zaman kullanma hatasına düşebileceği bir sey. Bizim toplum olarak gerçekçi, aklı çalışan insanlara ihtiyacımız var. Önerim böyle şeylerden uzak durmalarıdır.Ama bunlar herkesin vereceği kararlarla ilgilidir. Dilerim ki, uzak olsunlar.

- Erkin Koray'la röportajımda, kız gruplarını yaşatmazlar demişti. Sizin Volvox'da böyle bir tertibe mi kurban gitti?

Yok, yaşatmazlar değil... Gurup kurmak evlilik gibi bir sey. Biz Volvox'u çok küçük yaşlarda hayata geçirdik. Volvox'tan önce başka gruplarda şarkıcılık yapıyor, gitar, klavye çalıyordum. Birlikte çekinmeden kendi bestelerimi çalabileceğim arkadaşlarla müzik yapmak istedim. Onun için de yetenekli olduğunu bildiğim, uzaktan yakından tanıdığım bütün arkadaşlarıma bunu önerdim. Iki ay gibi çok kısa bir sürede hızlı bir gelişme kaydettik. Besteler yapmaya, konserlere çıkmaya başladık. 17 yaşında kurulan grupta 24 - 25 yaşına gelindiğinde, herkes aynı heyecanı paylaşamayabiliyor. Bizi dışarıdan etkileyen problemler de vardı ama sürdürmek istenilseydi sürebilirdi. İlerleyen yıllarda herkesin hayata bakış açısı farklılaştı ve ayrıldık. Yoksa birileri bizi yaşatmadı değil. Onun için tavsiyem, böyle bir iş yapmak isteyen tüm arkadaşların çalışmasıdır. Arkadaşlarla müzik yapmak gibi eğlenceli bir şey yok hayatta. Üç ya da dört kişi sanki aynı kaderi paylaşıyormuş gibi hissedersiniz. Yanımda benim gibi dört arkadaşım olsa şimdi çok daha eğlenceli olurduk. Hem daha eğlenceli, hem daha güçlü hissederdim. Çünkü her problem beşe bölünüyor, her başarı beşle çarpılıyor...

- Özlüyor musun?

Davulcu ve bascı arkadaşlarımla birlikte çalışıyoruz. Onlar, özel hayatımda da en çok görüştüğüm dostlarım. Ama o günleri zaman zaman özlediğimi söyleyebilirim. Hem eglendiğim, hem çok sey öğrendiğim adeta hızlandırılmış bir kursa tutulmusum gibi hissettigim bir dönemdi. Çünkü sahneye çıkıyorduk, insanlar bizi beğeniyorlardı ve tatmin oluyorduk. Bunu profesyonel olarak sürdürmek ayrıbir karardı. Bunu yapabilmek için herkesin aynı sorumluluğu taşıması gerekiyordu... Öyle olmadı zaten...

- Hızlandırılmış hayatlarımızda aşkı nasıl görüyorsun?

Tanıdığım her insan gibi, aşık olduğum zaman ben de çok mutlu ve motive oluyorum. Daha bakımlı, her şeyden zevk alan, gülen, az sinirlenen biri oluyorum. Ama kısa süreli ilişkiler kurup, erkekler üzerine acaba bu mu doğru, öbürü mü diye düşünmeyi geride bıraktım. Bunları yaşadığım devre çok geride kaldı. Zaten insan güzel bir ilişki yaşadığı zaman bu tip kıyaslamalara pirim vermiyor. İnsan bir ilişkiden ne istediğini, ne anladığını farkettigi zaman bunları düşünmüyor. Çok uzun zamandır hayatım kendime ait. 12 yasimda yatılı okumaya basladım. Yalnız yaşamadım, ailemle hep içiçeydim ama kendi kararlarımı kendi veren biri oldum. Ankara'da üniversite okumaya gittim, yine kendi kararlarımı vermeyi sürdürdüm. Istanbul'da yalnız yaşamaya başladım. Aşk da ben bir köşeden dönerken, o diğer köşeden dönünce, bitiyor. Ama hayatım için olmazsa olmaz bir şey değil aşk. Olduğu zaman çok mutlu oluyorum, keyfini çıkartıyorum ve yogun yaşıyorum. Ama çok da ucu ucuna ilişkiler yaşamıyorum. Biri bitip diğeri başlamıyor. Yalnızken de mutlu olabiliyorum. Zaten bünyeniz size diyor; hadi artık çık eğlen diye... Biri beni heyecanlandırdığı zaman, tabii ki kendimi durdurmuyorum. Ama o kadar...

- Albümle birlikte konserler de yolda mı? Konserler seni nasıl etkiliyor?

Ben konser veriyormuşum gibi değil, o anı onlar gibi yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Konserler en mutlu olduğum, hayata verdikleri için hep teşekkür ettiğim, çok doğru bir iş seçmişim dediğim zamanlar. Mutluluğum ve müziği damarlarımda hissedişim sanırım seyredenlere de geçiyor. Bu ayın sonundan itibaren, önce Ege ve Akdeniz, Eylül'den itibaren üniversiteleri kapsıyacak olan bir konser turnesi yapmayı düşünüyorum. Çünkü üniversite konserleri çok güzel geçiyor. Biliyorum ki, ağzımdan çıkan her laf, gırtlağımdan çıkan her ses birilerine ulaşıyor. Bu yogun iletişim beni çok mutlu ediyor. İki nedenden ötürü müzikle uğraşıyorum; birincisi beni tatmin ediyor, ikincisi iletişim kurmak, arkadaşlık için... Şarkıcı ve hayran kitlesi ayrımı bana çok şişirme geliyor. Bence, birçok albüm bu yüzden tosluyor Türkiye'de... Bir şey yaratmaya, birilerini de onun hayranı yapmaya çalışıyorlar. Oysa herkes birey olmaya çalışıyor; hayran olmaya değil. Herkes bir şeyler paylaşabilmek istiyor. Bunu farkettiğim için kendimi mutlu hissediyorum. Böyle davrandığım için de albümü alan insanlarla aramda arkadaşlık ilişkisi gibi bir şey doğduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de sözler yazarken bütün kalbimi açmakta hiç tereddüt etmedim. Bu yüzden yaptıklarım onlara hem günlük, sade, hem de estetik gelebiliyor. Bunları kafamdan hiç çıkarmıyorum çünkü 45 yaşıma geldiğim zaman da şarkı söylemek istiyorum.

- Daha da ileri yaşlara kadar şarkı söyleyenler var. Caz festivalinde Patti Smith'i kısa bir süre önce izledik...

Keşke hayatımın sonuna kadar yapabilsem. Ses yaşlandıkça insanı terkeden hassalardan bir tanesi... Ben sesim kısıkken de şarkı söyleyebilmek istiyorum. Paylaştığım şeyin bir birliktelik olmasının istiyorum. Pürüzsüz bir ses, her zaman bulunabilir gibi geliyor bana. Ben öyle bir şey yapmak istiyorum ki, beni hastayken, sesim çıkmazken de dinleyip samimi davranabilecek bir ilişki kurmak istiyorum beni dinleyenlerle. Tabii ki iyi şarkıcı olmak önemli, güzel ses önemli ama güçlü bir bağ bana daha önemli geliyor.